Saul, Oğluna Toprak Ararken...

2015 Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel, Oscar'lardaysa En iyi yabancı film ödülü alan "Saul Fia" sadece ikinci dünya savaşında değil, bugünün savaşlarında da kitlesel ölümler ve soykırımlar karşısında insani duygularının ardından koşmanın absürtlüğünü ve önemini anlatıyor... Dünya savaşları, Nazi Soykırımı, Hitler hiçbir zaman ilgi alanıma girmedi... Bu gibi temaların aşığı olmanın, devamlı bu konuları içeren filmleri izlemenin, kitapları okumanın, Hitler'i anlamaya çalışmanın barışcıl kimlikle olan zıtlığını mı gördüğümden yoksa savaş olgusuna gözlerimi mi kapattığımdan bilemiyorum ama "Gel ve Gör" ve "Askerin Türküsü" gibi kült savaş filmleri dışında anımsadığım, hayranı olduğum film sayısı çok az... Konusu ister antik dünyada geçen bir savaş, ya da 4000'li yılların bilimkurgusu, 19. yüzyıl Rus aydınları ya da amazonlarda yaşayan yamyam kabileler... odak noktası insanı, ilişkilerini, korkularını, mutluğunu resmeteyi becerebilen yapıtlar ilgimi çekmekte.... Film tümüyle toplama kampında geçen, bu kampta fırınlarda ve gaz odalarında zorunlu olarak çalıştırılan yahudi esirlerden Saul'un hikayesine odaklanıyor. Odaklanma öylesine yoğun ki yukarıdaki fotoğrafta görülebileceği gibi film büyük bir bölümü yüzene yakın çekimle çekilmiş. Saul'un etrafında olan kampın rutin tüm akıldışı cinayetleri flü bir şekilde görünüyor... Belki de olayları belgeselci bakışla kanıksamamız değil, perdenin arkasında olan vahşeti zihnimizin tüm gücüyle görmemiz, hayal etmemiz  için... Saul'un etrafındaki tüm vahşetten kendini korumak için giydiği ve yüzüne yansıdığı duyarsızlaşma kıyafeti, cesetler arasında bulduğu bir gencin bir nazi doktoru eliyle öldürülmesi üzerine  aralanıyor ve ondaki insanı görüyoruz. Artık bu cehennem ortasında bir insani amacı vardır, oğlum dediği gencin yakılması değil, toprağa gömülmesidir tek istediği...